Empirik mi, Ampirik mi? Siyaset Biliminin Güçle İmtihanı
Bir siyaset bilimci için gerçeklik, yalnızca gözlemlenen bir olgu değil; iktidarın ürettiği bir düzendir. Güç ilişkileri, toplumsal yapıların derin katmanlarında şekillenir. Devletin dili, kurumların söylemi ve vatandaşın eylemi — hepsi birer “veri”dir, ama bu verinin nasıl yorumlanacağı, hangi gözle bakıldığına bağlıdır.
Tam da burada, “empirik mi ampirik mi?” sorusu bir dil meselesinden öteye geçer. Çünkü bu iki kelime, bilginin siyasetini temsil eder.
Empirik Söylem: Gözlemleme mi, Meşrulaştırma mı?
Siyaset bilimi, doğası gereği gözlem yapar; fakat her gözlem, bir iktidar pratiğidir. Empirik yaklaşım, siyasi olguları verilerle, istatistiklerle, anketlerle açıklamaya çalışır. Fakat burada kritik bir soru belirir: “Veri kimin çıkarına hizmet eder?”
Bir devletin, “halkın refahı arttı” iddiası da empirik bir söylemdir; ama bu söylem, kimin deneyimini temel alır? Siyaset bilimi açısından empirik yöntem, iktidarın görünür yüzünü ölçerken, görünmeyen stratejileri perdeleyebilir. Bu nedenle her empirik veri, aynı zamanda bir ideolojik seçimin ürünüdür.
Ampirik Gerçeklik: Deneyimin Politikası
Türkçede sıklıkla karıştırılan ampirik terimi, aslında “deneyime dayalı” olan anlamını taşır. Siyaset bilimi bağlamında bu, yurttaşın gündelik deneyimini merkeze koymaktır. Yani bir yasanın toplumsal karşılığını ölçmek, sadece istatistiklerle değil; insanların sokakta, işte, evde hissettikleriyle anlam kazanmaktır.
Bu bakış, “mikro iktidar” dediğimiz alanı görünür kılar. Ampirik siyaset, büyük teoriler yerine küçük deneyimlerin siyasetiyle ilgilenir. Kadının mahalle meclisinde söz alması, bir gencin sosyal medya üzerinden örgütlenmesi, yaşlının yerel yönetimle kurduğu ilişki… Bunlar ampirik siyasetin alanıdır.
Peki, devlet bu deneyimleri gerçekten duyuyor mu? Yoksa ampirik olan, sadece kâğıt üzerinde mi kalıyor?
İktidar ve Kurumlar: Empirik Verinin Soğuk Dünyası
Devlet, kurumlar ve partiler düzleminde empirik yöntem hâkimdir. Politik analiz, genellikle sayısal verilerle beslenir: oy oranları, bütçe dağılımları, nüfus istatistikleri. Bu veriler, sistemin meşruiyetini güçlendirmek için kullanılır.
Fakat burada asıl mesele, “iktidarın veriyi nasıl çerçevelediği”dir. Çünkü her rakam, bir söylemdir. Empirik bilgi, iktidarın araçsallaştırdığı bir hakikat biçimine dönüşebilir.
Bir siyaset bilimci, bu yüzden veriye körü körüne inanmaz. Her tablo, her oran, bir iktidar diliyle konuşur. O zaman soru şu olur: “Bilimsel nesnellik, siyasetin dilinde mümkün mü?”
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Strateji mi, Katılım mı?
Siyasetin empirik yüzü genellikle erkek egemen bir epistemolojiye dayanır. Erkek aklı, stratejik düşünür; sonuç, güç ve kontrol odaklıdır. Bu yaklaşımda bilgi, yönetenin aracıdır. “Ampirik” düşünce ise, genellikle kadınsı bir yön taşır: ilişkiseldir, diyalojiktir, katılımcıdır.
Kadınların siyasal deneyimleri, ampirik yöntemin sahici örnekleridir. Çünkü onlar, siyaseti sadece iktidar mücadelesi olarak değil, bir toplumsal etkileşim alanı olarak görür.
Erkeklerin stratejik aklı, sistemi kurar; kadınların empatik duyarlılığı ise o sistemin insani yönünü onarır. Bu iki yaklaşımın dengesi olmadan, siyaset ya baskıcı ya da etkisiz kalır.
İdeoloji ve Vatandaşlık: Deneyimle Kurulan Hakikat
Vatandaşlık, yalnızca hukuki bir statü değil; deneyimsel bir varoluş biçimidir. Bir yurttaş, devletle ilişkisini ampirik düzlemde yaşar: aldığı hizmet, gördüğü adalet, hissettiği özgürlük…
Bu nedenle, ideoloji sadece düşünsel değil, deneyimsel bir iktidar biçimidir. Her rejim, vatandaşın yaşadığı gerçekliği biçimlendirir. “Empirik veri” bu deneyimi nesneleştirirken, “ampirik deneyim” onu özneleştirir.
“Bir devlet, halkını nasıl deneyimletir?” sorusu, çağdaş siyaset biliminin en provokatif sorularından biridir.
Sonuç: Empirik Devlet mi, Ampirik Demokrasi mi?
Siyaset, yalnızca rakamların değil, duyguların ve deneyimlerin de alanıdır. Empirik düşünce, iktidarın gözünden bakar; ampirik düşünce ise vatandaşın kalbinden duyar. Birincisi yönetir, ikincisi dönüştürür.
Gerçek bir demokrasi, bu iki yönü birleştirebildiğinde olgunlaşır.
Veriyle doğrulanan, deneyimle anlam kazanan bir siyaset mümkündür.
Ama asıl soru hâlâ ortada durur: “Biz verilerin yönettiği bir toplum muyuz, yoksa deneyimlerimizin sahibi mi?”